Gözleri kapalı elini başına koymuş bir adam, acı çekiyor gibi
Depresyon Nasıl Geçer?
Ağustos 17, 2024
parmaklarından ipler sarkan bir el
Eleştirel ve Kontrolcü Biriyle Yaşamak
Ağustos 18, 2024
Gözleri kapalı elini başına koymuş bir adam, acı çekiyor gibi
Depresyon Nasıl Geçer?
Ağustos 17, 2024
parmaklarından ipler sarkan bir el
Eleştirel ve Kontrolcü Biriyle Yaşamak
Ağustos 18, 2024
 
 

Düşüncelerimiz ile İlişkimiz

Düşüncelerimiz ile İlişkimiz

Güldane Kılınç Salman

Hayal kırıklığından, üzüntüden ya da psikolojik olarak acı veren herhangi bir duygudan kaçmak insanın en doğal eğilimlerinden, iyi ki de öyle. Ancak bazı acılar karşısındaki tutumumuz hayatımızla ne yapacağımızı, biricik hayatımızı nasıl yaşayacağımızı neredeyse belirleme gücüne sahip. Romantik ilişkilerde pek çok defa hayal kırıklığına uğramış birisi ilişkisini bitirmenin, yeni bir ilişkiye girmenin ve tekrar benzer süreçlerden geçmenin korkusunu duyabilir ve bu korku kişiye psikolojik acı ihtimalini fısıldar. Yeni bir hayal kırıklığı ihtimali karşısında zihnin bir kaç önerisi olabilir kişiye. Belki hali hazırda içinde bulunduğun ilişkide ne pahasına olursa olsun kal ki bir kere daha aynı şeyleri yaşama, ya da belki bu ilişkiyi bitir ve bir daha asla yeni bir ilişkiye başlama. Ya da kişiyi acı çekmekten koruyacak başka bir çözüm yolu.

 

Yeni bir ilişki, içerisinde mutluluk, bağ, temas olasılığı taşıdığı gibi üzülme, çatışma, anlaşılamama ihtimallerini de taşır ve acı cekmek istememek insancadır. Ancak acıdan kaçmaya çalışan kişinin kalbinin en derinindeki arzusu bir ilişki içerisinde yer almak, bağ kurmak, sevmek ya da birlikte büyümekse, ya da diyelim ki bir aile kurmaksa işte bu noktada işler biraz karışır.

 

Zihnimin önerdiği gibi acıdan kactigim yol daha güvenliyken, kendimi acı olasılığına açtığım yolda benim için önemli olan şeylerin peşindeyim. İlk yol acıdan uzak, ancak değerlerimden de uzak. İkinci yolda acı çekme olasılığı var, evet var. Ve burada üçüncü bir yol yok gibi görünüyor. Zihnimizin asla anlamayacağı, ama bizim yalnızca kalbimizin o en derininden bilebileceğimiz şey acı çektiğimiz anların da en az mutlu olduğumuz anlar kadar hayat dolu olduğu.

 

Hal böyleyken, bu yazının bir takım hatalar içerme olasılığına karşın yayınlanması da benim değerlerim yönünde attığım bir adım. Hepimizin sık sık adanmış eylemlerde bulunduğunu biliyorum ama belki tam öyle bir kararın arifesinde olan birisi için bu yazı bir hatırlatma olur.

 

Sıradaki şarkı Müslüm Gürses’ten gelsin, hangimiz sevmedik çılgınlar gibi.

Zihni konuşan ve eleştiren ayrı bir yapı olarak ele aldığımızda bazı sorular duyuyoruz; ben zihnim değilsem, kimim? Bu soruları çok haklı bulduğum bir yerden duyuyorum, çünkü çoğumuz aklımıza gelen düşüncelerin sorumluluğunu taşımayı öğrenerek ve “düşüncelerimiz” olduğumuzu sanarak büyüdük. Düşüncelerinden sorumlu olan kişinin “bu düşünceler aklıma geldiyse öyle istiyorum”, “aklıma geldiyse bu beni kötü bir insan yapar” ve belki de en zorlusu “aklıma geldiyse gerçek olacak” şeklindeki yeni içeriklerle karşılaşması da çok olasıdır. 

Düşüncelerinden sorumlu olmak, düşüncelerini kontrol edebileceğine dair bir illüzyon ile birlikte geliyor ve bu kontrol için kişi çeşitli stratejiler kullanıyor; hoşuna gitmeyen düşüncelere karşı yanıtlar oluşturmaya çalışmak, düşüncenin söylediği şeyi yapıp kurtulmak, kendini başka şeylerle meşgul ederek düşünceyi duymamaya çalışmak, alkol-madde kullanımı, aşırı egzersiz veya başka birçok yöntem. Bu yöntemler neticesinde kısa süreli bir rahatlama gerçekleşebilir ancak zihin hep yeni bağlamlar kurar. Yani düşünce, ilk haliyle ya da değişmiş olarak, muhakkak geri gelir. Kurtulmaya çalıştığınız düşüncenin muhakkak geri dönmesi bir tarafa, düşüncelerinde çok zaman geçiren kişi zorlanmalar yaşamaya başlar; stratejilerinin işlevsiz oluşunun da ötesinde bu stratejileri kullanmanın bedelleri olur. Kaygı bozuklukları, obsesif kompulsif bozukluk ve depresif tarzdaki bozukluklarda zihin ile kurulan buna benzer işlevsiz ilişki örüntüleri görülür. 

Aklına çocuklarına zarar verebileceğine dair bir düşünce (takıntı veya obsesyon olarak adlandırılabilir bu düşünce) gelen bir kadını düşünün. “Aklıma geldiyse bu beni kötü bir anne yapar, daha da kötüsü eğer aklıma geldiyse bunu gerçekten yapabilirim.” Bu kişinin düşüncelerinden sorumlu hissetmesi, düşüncelere aşırı değer vermesi ve onları kontrol edebileceğine ilişkin bir illuzyonu benimsemesi neticesinde öncelikle bu düşünceleri aklına getirmemeye çalışabilir; bunun mümkün olmadığını fark etmesinin ardından da çocuklarıyla başbaşa kalmamak gibi bir yöntem bulabilir. Artık evde yalnız kalamazlar, ya diğer ebeveyn eve dönünceye kadar kalabalıklar içinde olmalılar, ya da geniş aile bireylerinden birisi onlarla birlikte hep evde olmalı (kompulsif ya da kaçma kaçınma davranışları olarak adlandırılabilir bu tarz davranışlar). İşe yarıyor görünen bu yöntem kişinin çocuklarıyla gönlünce zaman geçirememesi, çocuklarıyla bağ kuracağı zamanın niteliğinden vazgeçmesi gibi bedellerle gelir. Düşüncelerinin verdiği acıdan kaçmaya çalışan kişi kendisini değerlerinden uzağa düşmüş olmanın ızdırabını yaşarken bulur.

Aklımızdan bir günde belki on binlerce düşünce geçiyor ve bu düşüncelerin çoğunun farkında bile olmuyoruz. Ancak bazı düşünceler var ki, özellikle benlik dediğimiz yere en yakın olanları, duygusal açıdan çok yoğun ve çok vurucu oluşuyla bin kaplan gücünde. Bir tarafta çocuklarının yaninda olmak isteyen birisi, diğer  tarafta nereden çıktığı belli olmayan “ya çocuklarıma zarar verirsem” düşüncesi. Eğer bu kişi zihniyse ve düşünceleriyse, çocuklarını seven ve onlara asla zarar vermek istemeyen diğer kişi kim? 

Düşünceleri “deneyimleyen” olduğunu unutup düşüncelerle bir olma haline füzyon diyoruz. Füzyonda iken şimdi ve burada değiliz, çoğunlukla geçmişte ya da gelecekteyiz; farkındalıklı bir modda değil otomatik pilottayız.  Her an şimdiki an farkındalığında olamayız, zaten buna gerek de yok; ancak farkındalıklı olduğumuz anları çoğaltabiliriz. 

Bugün biliyoruz ki özellikle sistemli bir düşünce sürecinin içerisinde değilsek, zihnin sandığımızdan çok daha spontane bir işleyişi var. Zihni ve çalışma şeklini anlamak psikoterapi seansinda yaptığımız çalışmaların sadece bir kısmı olsa da, yalnızca düşünceleri ile arasına psikolojik bir mesafe koyabilmek bile pek çok kişiye  yardımcı olabilir. Defüzyon, yani “düşüncelere belli bir psikolojik mesafeden bakabilmek” geliştirilebilir bir yetenektir ve psikolojik esnekliğin geliştirilmesinde kullanılan araçlardan birisidir. 

× Bize yazın!